İNSAN VE
YAŞAMIN HEDEFİ
Bismillahirrahmanirrahim
Herkes yaşamını
sürdürmekte ancak yalnızlığa tahammül edememekte, bu konuda zorlanmaktadır.
İnsanın
yaratılmasında bir hususiyet vardır. İnsanda olan her duygunun mebdei Hüve’dir.
Allah’ımız
elbette yalnızlığa tahammül etmektedir ve kendi sureti üzere halketmiş olduğu
insan varlığı Allah için çok kıymetlidir.
Bazı insan var
yalnızlıktan hoşlanır, ancak bu kimseler tam mânâsı ile güzelliğe kavuşamaz.
Yalnızlığı ister ama bir müddet sonra bu yalnızlığa tahammül edemez.
Hz. Âdem’den
evvel Allah’ımız kendisinden kendisine idi. Bütün varlıkları yarattı ama hiçbir
varlık kendi özelliğini tam olarak taşımadı. Allah’ın Musavvir’inde olan
arzuları onlarda belirdi ama tam olarak zuhur bulmadı. O zaman Allah’ımız; “Benim arzularımı ve düşüncelerimi, zevkimi,
neşemi tam belirteceğim varlık “İnsan” olmalıdır” buyurdu. Nitekim
beşer varlığı olduğu halde “Ben bir İnsan yaratacağım” buyurdu. İnsan bir
varlık olduğuna göre onda Allah’ın ruhsal zevk ve arzularının zuhuru olması
lazımdı, bunları daha önce herhangi bir varlıkta toplamadı. Ancak şu var; bütün
varlıklar tetkik edildiği zaman her varlık bir arzunun ifadesidir. Ağaçtır;
yeşillik verir çiçek açar, meyve verir; inektir, süt verir, et verir; bunların
hepsi bir arzudur. İnsan varlığında düşünce var, yaratma var, sevgi var,
programlama var… İşte bu Allah’ın kendisindeki hususiyetlerin insan
varlığındaki tezahürüdür.
Gördü ki Rabbim
Hüve; “Ben insanı yarattım insanda pek
çok arzularımı tatbik ettim, ama hayır. Ben kendimde öyle bir sonsuzluğu
müşahede ediyorum ki bunların çok daha üzerinde” buyurdu. Onun için
kıyameti kabul etti. Buyurdu ki; “Ben bu zevkimi tadayım, kıyameti yapayım,
sonra yarattığım insanda ve bu âlemlerde tatbik ettiğim arzularımın çok daha
fevkindeki arzularımı tatbik edeyim, o zaman insanı en yüce tekâmül noktasına
getiririm. Benim bu yüce arzularımı en ileri noktaya getirdiğim varlık olan
insan tatbik edecektir.”
Kıyamet yani İnkılab-ı Kebir insanlar için zahmet değil rahmet olarak
tecelli edecektir.
İşte onun için
bu dünya hayatındaki hususiyet burada düğümlenmektedir. Nedir bu? Bu şudur:
Allah’ımız; “Bırakın bunları Beni
tetebbu etmeye bakın, beni anlayın! Bilin!” Çünkü bu idrake gelenlere
Allah’ımız âlem-i ilâhîde vazifeler verecektir.
Bu dünya yaşamı
dünyevî zevklerin tatmin yeri değildir. Dünyanın peşinden gidenlerdeki arzu da
Allah’ındır, ancak o kimseler o arzuda kaynayıp gitmektedir.
Hz. Süreyya; “Hayrı şerri lütfu kahrı meczedip bir
bilmişim” buyurmuşlardır. Bütün bu zevkleri tadan, “artık ben bunları biliciyim o zaman
benim özel bir noktaya gelmem icap eder” diye düşünür.
Bu, Allah’ın
arzusunun tatbikatının neticesidir.
Rabbimiz
bilmediğimiz pek çok hususu ilâhi âlemde yaşatacağını bildirmişlerdir.
Hacc sûresi 30.
âyetinde,
“Zalike ve men yuazzım hurümatillahi fehüve hayrün
lehu ınde rabbihi…”
“Ve Allah’ın hürmetlilerine kim tazim ederse artık
“Hüve” Hu’nun Rabbi indinde HU’ya hayırdır…”
buyrulmaktadır.
“Hüve Hu'ya hayırdır”
buyrulmuştur. Hüve’nin mânâsı şudur: Hüve insandır. Yani göründüğü gönül
noktasıdır. Hüve kendi kendine hayırdır. Allah’ımız insanı kendi gibi mütalaa
ettiği için böyle buyrulmuştur.
Hüve kelimesi
burada haddizatında Allah’ın zâtiyeti ile göründüğü noktayı işaret
etmektedir.
Düşündüğümüz
Hüve, idrak ettiğimizin çok üstündedir. Esasta “Hüve” zamiri bile O’nu ifade etmekten acizdir. Rabbimizin
Hüve’nin “Kul” olarak zuhurundaki
hakikatinin zevk ve neşesini idrak etmek gerekir.
Sevgili
Efendimiz "Allah’a kasem olsun, ben
günde Allah’a yetmiş kere istiğfar ediyorum, tevbede bulunuyorum."
buyurmuşlardır. (Buhâri, Daavât 3; Tirmizi, Tefsir, Muhammed, (3255) Bu
hadis Allah’ımızın göründüğü gönül noktası olan Hz. Muhammed’in (s.a.v) kul
olarak Rabbinin kendisine lütfettiklerine “estağfurullah” demek
istemesidir. Yani “Rabbim Sen bana
bunları lütfediyorsun ama ben bir kulum hikmet-i ûlâ hakikat sensin”
buyurmak arzusudur.
Bugün bu ilmin
bu noktalarının açılmaları zuhur etti. Ne yapılırsa yapılsın Hüve erişilmez,
anlaşılmaz, idrak edilmez, bilinmesi hiçbir zaman mümkün olmayacak olan bir
hakikattir. Bilme haline gelse zaten O’nun yerine kaim olacak gibi bir durum
söz konusu olur ki, bu da mümkün değildir. Ancak Allah’ın iç âleminde
yarattığı, tatbik ettiği ve gördüğü hususlardır. O tatbik ettiği varlıklar
ilâhî kudret yerine kaim olamaz, bu mümkün değildir.
Allah’ımız
göründüğü gönül noktasına bu zevk ve neşeden lütfeder, tattırır. Ama o zevki
tattırdığı gönül hiçbir zaman asliyyetin kendisi olduğunu iddia edemez. Çünkü o
gönül kendisini Hakktan ayrı mütalaa etmez.
Burada Hüve’nin
kul olarak zuhurundaki hakikatin zevk ve neşesini işaret eden bir husus vardır.
Bizdeki tatbikat buna benziyor. Bakalım önümüzdeki günlerde neler göreceğiz?
Elbette ki bu
hakikatin Zamanın İnsanı tarafından tekellüm edilmesi gönüllerde sedasını
bulmaktadır.
Allah’ımız kime
hangi miktarda rahmet lütfetti, o Allah’ta mahfuzdur. Bu fikriyat bu vadide tam
bir bilgi sahibi olmayan birisine izah edildiği zaman o kimse bunu anlamakta
zorluk çekmektedir. Bazısı da “Allah bunları yapmış bu kimse bunları
söylüyor” şeklinde düşünüyor. Ancak buradaki hususiyeti tam mânâsı ile
anlayamıyor, çünkü makamı bunu idrak edecek durumda değildir.
Manevi olanlar
dünyayı reddetmez, inkâr da etmez; onu yaşar. Ancak dünya yaşamı gelip geçici,
ilâhi yaşam ise sonsuzdur. O zaman biz bunu yaşıyoruz ama esasta Allah’ımızın
bildirdiği hiç kimsenin bilmediği, hiçbir gözün görmediği, hiç kimsenin
hissetmediği, duymadığı bir yaşama doğru gidiyoruz. Rabbimiz; “Ben sizi oraya götüreceğim” buyuruyor.
Bizler o yaşama talibiz.
Bu dünya yaşamı
bir nebzecik rızıklanma yeridir. Bu rızkın bir devamı vardır; Allah’ımız daima
manevi ve maddi rızk lütfetmektedir. Rabbimiz; “O kadar sonsuzluk var ki bu sonsuzluğun içinde sadece bir nebzesini
tattınız” buyurmaktadır.
Bu dünya
yaşamında makbul olmayan hususlardan da insan geçmektedir. Manevi olanlar
bunların hiçbirinden tatmin olmamaktadır. Ve Rabbinin bunları neden
yasakladığına bilici olarak arif olmakta ve “Rabbim doğru söylemiş” idrakine
gelmektedirler.
İçki insanın
hissiyatını iptal eder, bu makbul değildir. Yaşamdan zevk almak lazımdır. Ama
içki kişinin yaşamını iptal etmektedir. Allah’ımız manevi gönüllere onlara
karşı meyil ve zevk vermemektedir. Çünkü Allah’ımızda nice zevkler, neşeler
vardır.
İlâhî âlemde
huriler verileceği bildirilmiştir. İnsanlar oradaki hurileri kadın şeklinde
mütalaa etmekte ve zevki oraya bağlamaktadırlar. Oradaki huriler kadın mıdır
acaba? Yoksa başka bir şey mi? Allah’ımız; "ve ize'n nüfusü züvvicet / Ve nefisler evlendirildiğinde"
(Tekvir sûresi 7. Âyet) buyurmaktadır. Peki, nefisler birleştiğinde
kadın nerededir?
O zaman, insanın
karısı ile çekişmeyi bırakıp “bir vücûd”
olmaya ve bu ilâhî neşeyi birlikte tatmaya bakmalıdır. O zaman ilâhi
tertip ve hakikat anlaşılır.
ELL HACC HÜSEYİN VEDAD
|