YÂ HAZRET-İ PÎR SEYYİD ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ

  


Zir-i destimde benim mürg-ü kebuter gibidir Kümbed-i çarhı felek arz-u sema ve ahkaf Evliya cümle bana kutbu cihan sensin der Cilvegâh olsa bana heft behiştu a’raf Benim ol gavs-ı zaman emrime fermanberdir Kutb-u aktab-ı felek cümle enam-u eşrâf Sa’y eder kâbe tavafını hemîsa’ aktab Harem-i izzetimi dâim eder kâbe tavaf Nazarım arş-ı muallâya erer bir demde Hadimim cümle melek kavlimi sanma ola lâf Cümle esrar-ı hüda çeşmime mekşuf oldu Kıldı sultan-ı ezel bana hezaran eltaf




H a z r e t- i  A b d ü l k â d i r  G e y l â n î

(G a v sü' l Â' z â m)



B i s m i l l a h i r r a h m a n i r r a h i m



Peygamber Efendimizden bu güne kadar  sayısız evliya gelmiştir. Ancak Allah'ın  İslam'ı o gönüller ile yorumladığı veliler ise belirlenmiştir.  İşte Seb'ül Mesani bu sırrı da işaret eder. Mesela, İslam'ın fetihlerle genişlediği zamanlarda İslâm inancının doğru bir şekilde anlaşılması için Hz. Muhyiddin-i Abdülkadir Geylâni Sultanımız gönderilmiş ve Allah, din ve mânevîyatı onunla ihya etmiş ve dinin, Hz. Muhammed (s.a.v) ile bildirilen hakikat yolunun önderi olmuştur. Nitekim Hz.Pirimiz zamanında dergâhlar açılarak, İslamiyet doğru bir şekilde yayılmıştır.

Hz.Abdülkadir Geylâni zamanına gelindiğinde sınırları genişleyen İslâm âleminde mezheplerin çekişmeleri, eski Yunan felsefesinin İslâm’a dahil edinmek istenmesi gibi birçok karışıklıklar vardı.

Hz.Pirimiz bu fikirlerin hepsinin üzerinde  Sevgili Peygamberimizin nizamını ortaya koymuştur. Ancak bu tatbikatı yaparken tarafgirlik göstermeden ehl-i kıblenin tamamını kucaklamıştır. Peygamberimiz zamanındaki vasıfları kendinde mecz etmiştir.  Onun için velâyete şüphe  ile bakan din düşünürleri bile Hz.Pirimize itiraz edememişlerdir.

Hz.Pirimiz hakkında Sevgili Peygamberimizden nakledilen şu hadis çok önemlidir: "Cuma sûresi nazil olduğu zaman Resûlullah'ın yanında idik. Resûlullah bu sûreyi okudu ve; "Bu Peygamber, henüz kendilerine katılmamış bulunan diğer insanlara da gönderilmiştir. O gerçekten Azîzdir, Hakîmdir" (Cuma, 62/3)  âyetine varınca Ashabtan,  "Ya Resûlallah! Bize ulaşmamış olan bu kişiler kimlerdir?" diye sordular. Selman-ı Farisi de aramızda idi. Resûlullah, elini Selman'ın üzerine koydu ve şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, iman Süreyya (Ülker) yıldızında bile olsaydı bunlardan (Selman'ın kavminden) birtakım kişiler onu mutlaka elde ederlerdi." (Tirmizi, Menakıb )

Hz.Pirimiz Bağdat’a geldiklerinde, kendisindeki kabiliyeti farkeden zamanın âlimleri Hz.Pirimiz için, "Kimdir bu Farisi genç?" demişlerdir. Hz.Pirimizin  her hali ile Sevgili Efendimizin müjdesi olduğuna bugün O'nun ismi ile kalplerinde selamını alan velâyet gönülleri şahitlerdir.

Diğer zaman dilimlerinde de Allah'ın irsal eylemiş olduğu Seb’ül Mesani gönülleri ilâhî vazifelerini yerine getirmişlerdir.

Velâyetin ilâhî âlemlerdeki tatbikatını işaret eden isimdir. Gavs-ül Azam ismi aynı zamanda bütün âlemlerde Nizam-ı İslâm'ın tatbikatta olduğunu işaret eden bir isimdir. Sırr-ı Gavs’ ve ‘Sırr-ı Baz-ü'l Eşheb'dir.  Bu, mânevî yolun Allah’ın her an yeni ilim ve feyz lütfetmesi ile devam ettiğini, aynı zamanda da maneviyatın ilâhî bir okul olduğunu belirtir.

Hz. Pirimizin “Gavs” tecelliyatı bütün âlemlerde Allah'ın arzusunun ve zevkinin tatbikatıdır. Bütün ilham ve beyanlar Allah'a muzaf olmak üzere kelâm Allah'a ait; ama ifade ve anlatım Seb'ül Mesani lisanından olmaktadır. Herkes konuşma lisanındaki  değişikliklere takılmaktadır. Ancak muhakkak ki, Seb'ül Mesani arzusundaki gönüllerin lisanı ne Süryanice ne Arapça’dır, “RABÇADIR”. Bu şudur ki, insanlar Seb’ül Mesani lisanındaki ilmi idrak edemiyorlar. İnsanlar o gönüllerdeki ilmi ve terakkiyi değil de kudreti arıyorlar. Yani hep keramet aranmaktadır. En büyük keramet Allah'ın ilmidir, beyanıdır, feyzidir. Aslında balık suda yüzer ama makamı balık; kuş uçar ama makamı kuştur. İnsanda bütün varlıkların tecelliyatı mevcuttur. Ancak insanlar kuvveti ilâhî nizama göre değil de, kendi arzularına göre kullanmak istiyorlar.Gavsiyet Allah'ın nâs üzerindeki arzusunu işaret eden bir hususiyettir. Hz. Abdülkadir Geylâni maneviyatın Allah’ın nizam-ı ilâhîsi üzerine yürütülmesini arzu etmiştir. Dergâh tatbikatı da budur. Nitekim Hz. Pirimiz ile İslâm âleminde dergâhlar yayılmış ve Allah dinini yaymışlardır.    



                                                                                                                           ELL HACC HÜSEYİN VEDAD