İNSAN VARLIĞI VE YAŞAMIN GAYESİ

  


Allah insanı bu dünyaya bir maksada müstenit olarak göndermiştir.



 

                                                      B i s m i l l a h i r r a h m a n i r r a h i m

                  

Yaşam nedir? Yaşam sadece bu dünya için midir? İnsan bu dünyaya gelir, yaşar, belirli bir yere gelir ve göçer. Bu mudur yaşam? Peki, o zaman İnsan varlığı nedir? Niye yaratılmıştır? Bu sual sorulduğunda şöyle cevap verilse gerekir:

Allah insanı bu dünyaya bir maksada müstenit olarak göndermiştir. İnsan anılmazken esamesi bile yokken, bir enerji iken maddeye dönüşmüş ve dünyaya gönderilmiştir. Ancak bu o kadar güzel kamufle edilmiş ki; insanı bir anne doğuruyor, büyütüyor vs.

İnsan kendisini Allah’ın yaratması olarak düşünmemekte, varlıktan meydana gelmiş bir varlık olduğunu düşünmekte bir başka şekilde olabileceğini tasavvur dahi etmek istememektedir. Ama bizim yaşadığımız hayat sadece dünya yaşamını ilgilendiren bir konu değildir.

İnsan yaratıldığına göre insanda Allah’ın arzusu nedir? O zaman konu maddeden ruhaniyete dönüşür.

Ruhen bilebilmek için bu dünyanın çevresinden (şartlarından) çok daha ileri gitmek lazımdır. Hatta, yaratılmış olan bu yedi semavatın da üzerine çıkmak lazımdır. Ama Rabbimizin ismi “rahmeten li’l âlemîn” Rabbimiz; “Evet bunları bilemezsiniz ama ben kulumu severek, isteyerek yarattım; kendime benzer yarattım” buyurur.

Bütün yaratılmışlar içerisinde en efdali insandır.  O zaman Allah’ın insanda bir arzusu olduğu için insan varlığı meydana gelmiştir. Bu noktadan bakıldığı zaman yiyip içip yaşayayım demek insanın makine tarafıdır, ruhani tarafı değildir. İnsanın makineden bir farkı olması lazımdır.

Bir insan anne babadan yetişir ve daha sonra bilgisini artırması için birçok okula gönderilir. Bu, yaşam ile ilgili konulardır. Ancak Allah’ı bilmek ve yakınlık kazanmak için ilâhî bilgiye ihtiyaç vardır. Çünkü Allah’ın yaratmış olduğu varlıklar sadece bu dünya ile kıyaslanamaz. Sadece bu dünyaya geldik yaşadık ve bitti. Hayır! O zaman çok kısır bir düşünce olur.

Varlıkların manevi ve maddi terakkisi için Allah’ın ilâhî bilgi vermesi icap etmektedir. Eğer insan yalnız bu dünya için yaratılmış olsaydı, onun manevi uhrevi bilgiye ne ihtiyacı olabilirdi? Nitekim dünyada insan varlığının dışındaki varlıklar ölüyor, bitiyor. Herhangi bir hayvan için ahiret düşünülüyor mu? Hayır! Onlar doğuyor, yaşıyor ve toprak oluyor. Onlar insanın yaşaması için icap eden şeyleri yapıyorlar. Devamlı bir devir var. Ama insan öyle değildir. İnsan dünyada bir defa yaşıyor. Eğer böyle olmasaydı o zaman insanın kıymeti olmazdı. Bu düşüncede reenkarnasyon fikrinin ne kadar batıl olduğu ortadadır. Bunu birkaç yönden kabul etmemek lazımdır. Birincisi gitmiş gelmişten kasıt nedir? Bilgi sahibi olmak mı?  Peki, çok bilgi sahibi olan ne oluyor? Birçok defa mı gidip geliyor? Bu söz Allah’a kudretsizlik izafe etmektir. Yani Allah yaratamıyor da, aynı ruh gidiyor geliyor gibi düşünülmektedir.

Sevgili Efendimiz mirac-ı izzetinde şöyle buyuruyor: “Burada ne kadar varlık olduğunu bilmek mümkün değildir” Bizler daha dünya denizlerinde yaşayan balıkların sayısını bilmekten aciziz.

Rabbimiz ilk olarak Âdem’i bir mürebbi olarak yaratmıştır. Önceden melekler yaratılmıştı, ancak o vasıfta değillerdi. Allah’ımız Âdem’i yaratmış ve; “Sen onlara isimleri ile hitap et” buyurmuştur. Burada bilici kimdir? Âdem’dir. O halde bütün yaratılmış varlıkların ismini Âdem telaffuz ettiyse, bütün yaratılmışların en efdali insan olur.

Allah’ımız bugüne kadar pek çok peygamber ve veli irsal eylemiş ve bu hususları bildirmiştir. İnsanlar ise biraz bilgi edinince tanrı olduklarını iddia etmeye kalkmışlardır, tarih bunlarla doludur.

Her zamana göre maneviyatı idrak etmek icap eder. O zamana göre kendini tanrı ilan edenler bugünkü bilgide nerededir. Bugün kendini tanrı ilan edenler de yarın aynı şeyle karşılaşabilirler. Kişi kulluğunun idrakine varmalıdır.

Kulluk ancak insana aittir, hayvan kul olmaz; hayvanlar Allah’ın yaratığıdır, kulluk başka şeydir. Allah kuluna kendisindeki güzelliklerden lütfetmiştir. Diğer varlıklarda arzusu vardır, o başka.  Hakiki kulluğun idrakinde olan zaten bu tür iddialarda bulunmaz.

İlk günden beri tanrılık iddiasında olanlar vardır. Çünkü ilk günden beri insanlarda bu istek vardır.

Manevi yolda terakki edebilmiş olanlar ancak ve ancak Allah ve peygamberine iman etmiş olanlardır. 

Eskiden totem yapıp ona taparlardı. Taşa toprağa tapınılırdı, bugün bilgisayarlara bile tapanlar var. Ne fark var aralarında?

Dikkat edilirse dünyada daima “terakki” var olmuştur. Dünyevi ilmi icat eden inançsız kimseler vardır. Ancak onların icat ettiklerini imanlı olanlar da kullanıyor.

Dünyadaki ilim birikimle ilerler. Bugün otomobili bulan ben otomobili buldum diyebilir ancak daha önce kağnı arabası vardı, başlangıcı orasıdır.

Bazı insanlar çok ileri ilim sahibi olmasına rağmen manevi anlayışları ilk günkü gibi kalmıştır.  İnkâr eden var, iman eden var; o günde vardı bugün de var  Yoksa bu her şeyden münezzeh bir kudret-i ilâhinin takdiri midir?

Bizlere geleceğimiz bildirilmediği için “böyledir” diyoruz. Yoksa bir insanın doğduğu anda ileride ne yapacağını yazan bir yazı asılırdı boynuna…

Bugünkü din anlayışı dünya üzerinde değişmiştir. Eskiden bir manevi makamdan ahz-ı feyz edeceksin yürüyeceksin ve dini vecibeleri yerine getirmede daha dikkatli olacaksın denirdi.  Ve dinin emrettiğinin onda dokuzunun gereğini yerine getirmek icap ederdi. Ancak bugün dinin emirlerinin onda birini yapan için “kurtulur” denilmektedir.

 

Müslüman Müslüman’ın kardeşidir.” hadisi vardır.  Bir yardım heyeti gitti ateş açtılar hangi Müslüman memleketi ayağa kalktı?  Oturuyorlardı, yattılar; ayağa kalmayı bırak. İslâmiyet’in neyini yapıyorsun diye sormak lazım onlara. Esasta bütün dünyanın ayağa kalkması lazım, neden? Çünkü sen bir insanı açlığa mahkûm bırakamazsın. Neden? Çünkü o da bu dünyanın insanıdır.  Onu da Allah yaratmış, bizi de Allah yaratmış. Bunu yapamazsın mı dedi Birleşmiş Milletler…  Peki, nasıl ve neden Birleşmiş Milletlerde birleştik biz? 

Allah’ımız, “Nasıl yaratıldıysanız Bana öyle döneceksiniz” buyurmaktadır. İnsan yaratıldığı zaman dini vecibeler var mıydı? Bugünkü şeriat var mıydı? Yoktu. Çünkü şeriat, yani Allah’ın şartları daha sonra insanlara tatbik oldu. Ama ilk yaratılışta insan vardı. Kendinden başka hiç bir şey yoktu. Tabiî ki insanlar çoğaldıkça Rabbimiz insanların makamlarını lütfetti. Geçen zaman içinde kimi insan terakki etti, kimi insan terakki edemedi.

Bir konu var bugüne kadar hiç şaşmadı, Âdem’de hangi tecelliyat varsa o tecelli bugüne kadar devam etti. Peki, Allah’ın insanı yaratmasındaki arzu neydi? Yaratılmış olan insandaki Allah arzusu, meydana getirmiş olduğu insanın yaratanına karşı anlayış ve düşüncesi hangi makam ve mertebede olması lazımdır? Bu, en yüksek bir anlayış noktasıdır. Neden? Çünkü bütün bunlar yaşanmış. En son gelen en ileridir buyruluyor (efdalün ahirin sırrı) neden? Çünkü o bütün bilgilerin hepsi, bütün yaşananların hepsi o gündemin içinde, o noktada mündemiçtir. Bugün ne yapıyoruz tarihe baktığımız zaman hepsini görebiliyoruz.  İnananları, inanmayanları; düşünenleri, düşünmeyenleri hepsi idrak edilebiliyor.  O zaman daha iyi bir sentez yapılabilir.  Daha geniş bir görüş zaviyesine sahip olunabilir.

Eskiden insanlar için sadece ay var, güneş var, dünya var… Şimdi öylemi? Uzaydan, milyarlarca ışık senesinden bahsediliyor.  Demek ki görüş değişmiş.  O zaman Allah idraki bu görülen şeylerle ifade edilemez.

Aşk gösterilebilir mi? Aşk bir duygudur, histir. Tam olarak ifade edilemiyor. “biz gerçekçiyiz, biz gördüğümüz şeye inanırız” diyenler aşkı gösterebiliyor mu? Peki, nasıl olacak? O zaman görmediğin bir şeye mi inanıyorsun?  İnsanlarda pek çok duygular var, bu duygulardan hangisi mücerret hale getirilip görülebiliyor. Hiçbiri! Ama hepsi var.

Bir şey konuşulurken mantık çerçevesi içerisinde konuşmak lazımdır. Mantık diyoruz o da görünmüyor ama var. Sonra bizlerde olan hisler duygular sayılmayacak kadar çok. Biz gördüğümüze inanırız lafları boşta kalmaktadır. Maneviyatta öyle tecelliler yaşanıyor ki akılla mantıkla izah edilmesi kabil-i kıyas değildir.

Manevi olan insan manevi bilgiye de müspet bilgiye de inanır.

Bugün neden “O’na git” diye ısrarla işaret ediliyor. Birçok manevi gönülde “Sen terakki etmek istiyorsan Mürşid’inden ayrılma O’na git, O’nunla beraber terakki et” buyruluyor. Rabbimiz burada bir şeye işaret etmektedir.  Rabbimiz özelde Mürşid noktasına lütfettiklerinin tahsil edilebilmesi için Mürşid noktasını işaret etmektedir.

Hüve va’z eder ki; “Benim kendime olan arzumun hususiyeti buradadır. Benim arzum neyse o. Bu şekilde arzu edersen seni kabul ederim. Nizam Benim

Peygamberlerdeki tatbikat da böyledir.  Kur’an’da defaatle ;“Muhammed’e uyan Allah’a uymuştur; O’na uyun ki Ben de sizi seveyim” buyrulmaktadır. Yaratan kendisidir ama kişinin Hz. Muhammed’i (s.a.v) nasıl seveceğinin ortaya çıkması lazımdır. Hz. Muhammed’i (s.a.v) seven esasta Hz. Muhammed’in (s.a.v) asliyyet-i ilâhîyesini sevmektedir. Onun asliyyet-i ilâhîyesi Hüve’dir.  O zaman gerçeği sevmiş oluruz; o zaman sıfatı değil zâtı sevmiş oluruz.

Bugün velâyet gönüllerinde geçmiş velâyet isimleri zuhur etmekte ve “Biz o son zamanda zuhur eden Mürşid’den feyz alıyoruz, neşe alıyoruz” buyrulmaktadır.

Velâyette terakki etmiş bir makam şehidlerle beraber ölçülür ve ölçüldüğünde velâyet ağır gelir.

Bakara sûresi 154. âyetinde;

“Ve lâ tekulu limen yuktelü fiy sebiylillâhi emvat bel ahyaün ve lâkin lâ teş’urun”

“Ve Allah sebîlinde katledilmiş olanlara ‘ölüler’ demeyin. Bilâkis dipdiridirler ve lâkin sizler şuurunda olmazsınız.” buyrulmaktadır.

Geçmiş zamandaki velinin bugünü zikretmesi nedir? Peygamberlerin hepsi güzel, ama o güzelliklerin hepsini Hz. Muhammed (s.a.v) ile öğrendik.  Velâyet konusundaki husus değişiktir. Her zaman için Allah kullarına ilham indirir. Hiç kimse ben kendi başıma iş yapıyorum diyemez. Herkes Allah’tan makamına göre ilham alır. Terakki ettikçe daha ileri makamda ilham alınır. En basit bir şey bile Allah’ın arzusu ile olur. Bir sinek bile Allah’ın arzusu olmadan kanadını oynatamaz buyrulduğuna göre, kişi neyi iddia edebilir.

Her zaman diliminde Allah kullarına namütenahi terakki ihsan etmiştir. O zamanki velâyet bu zamanda Allah’ın indirmiş olduğu ilâhî kemalatı idrak eder. O zaman ondaki velâyet hususu ikmal olmuş demektir. Onun için sizin bugün Mürşid’iniz buyruluyor. Sizin Mürşid’iniz derken Allah’ın bugünkü ilâhî tatbikatı işaret ediliyor. “Biz o zâttan feyz alıyoruz” sözündeki hususiyet, “biz idrak ediyoruz ama o ilme vakıf olmak lazım ki idrak edelim” anlamındadır.

Bugün Allah’ın arzu buyurduğu hakikat meydana çıkmıştır. O arzu ederse en yüksek hakikat yani Hüve hakikati açılacak demektir.

Neden cennetler cehennemler yedi kat? Demek ki her anlayışın, her idrakin, her yaratılmış olan varlığın makamları farklıdır.

Kur’an’da semanın yedi kat yaratıldığı bildirilmektedir. (Bakara 29) peki dünyada ne kadar insan var? 7-8 milyar. Bu insanların hepsi değişik bir meşrep, değişik bir duygu, değişik bir arzu içinde.

Peki, bu fezanın içerisinde ne kadar yıldız var? 7 milyar, 7 trilyon, 7 katrilyon? Sayısını bilmek mümkün değil. Sadece bizim Samanyolu Galaksimizde bırakın yıldızları güneş sistemleri bile sayılamıyor. O kadar çok… Hepsinde bir arzusu var Allah’ın. Bütün bu sonsuzluk içinde Fezanın yedi kat yaratıldığı düşünüldüğünde cennetlerin cehennemlerin nasıl bir tatbikat olacağını düşünmek icap eder. 

İnsanların duyguları sayılamıyor, bu kattaki (boyuttaki) fezanın içindekiler sayılamıyor. Cennet ve cehennemlerdeki makamlar aynı arzu, aynı düşünce, aynı fikir ve düşüncedeki insanların bir araya gelmesinden teşekkül eder. 

Bunlar niçin söyleniyor? Bunları duyduktan sonra Allah’a tahdit getirebilir misin? Hayır! İşte o tahdit getirilemeyen Hakkın kendisidir.

Sevgili Peygamberimiz Sevgili Rabbimize miraç etti. Sonra buyurdu ki; “Ya maruf künh-ü hakikatini hakkıyla bilemedik”. Efendimiz böyle buyurduğuna göre ümmetin konuşacak hiçbir hali yoktur.

Musevilikte Hıristiyanlıkta Allah’ı tasvir eden pek çok isimler zikredilmiştir. Ancak Allah’ımız peygamberleri ile bildirmiş olduğu en yüksek anlam ve idraki Hz. Muhammed (s.a.v) ile lütfetmiştir. Onun için peygamberlik O’nunla “Hatim” oldu.

Bugün de Hüve’nin en yüksek anlayışı Allah’ın insanda açtığı en yüksek husus velâyettir. Çünkü önce velâyet daha sonra diğer hususlar gelir.  Velâyet kulun Allah ile olan beraberliğini ifade eder.

Allah yakınlık lütfettiği gönle önce velâyet noktasından ilim ve bilgi indirdi, “halka açıl” buyurdu ve nübüvvet tatbikatı başladı. O zaman; “Sen Beni temsil ettiğini söyle” buyurdu, risalet oldu. Velâyet maneviyatın özüdür. Hüve’nin (Allah’ın)  insanlara açmış olduğu en yüksek husus velâyettir. Bu velâyetin en yüksek anlayış ve idrak noktası velâyet noktası ile zuhur eder.

Allah, Hüve’nin ismidir. Esasta bütün isimler Allah’a aittir. Çünkü biz varlığımızı ispat edemiyoruz. Biz varlığımızı ispat edemediğimize göre, Allah bizde kendisini ispat ettiğine göre, bizdeki varlık O’nun varlığıdır. O’nun varlığından zuhur eden ilmi kabul edip tatbik edersek ne âlâ, tatbik etmezsek o zaman eksik kalırız.

Peygamberimiz ile ilgili bir şiirinde Hassan b. Sabit şöyle söylemiştir:

 “Sen her türlü kusurdan uzak yaratıldın

  Sanki sen istediğin gibi yaratıldın.”

Buradaki ince nokta “Muhammed” isminin Allah’ın ismi olduğudur. Bizler de Deryayı Nuru Muhammed’den hâsıl olduk. “Muhammed” “Hamd” kelimesinden gelmektedir.  İnsanlar birbirlerine sana hamd ederim demez, ama Allah’a hamd edilir.  Bizler Deryayı Nuru Muhammed’den hâsılız ama biz kendi kendimizi yaratmıyoruz, bizi O yarattı.

Eğer manevi bilgimiz bizi bir noktaya getirir de bizim vücudumuzun da, ismimizin de hepsinin Allah’a ait olduğunu idrak edersek o zaman Rabbim; “Evet sende Benim varlığımdansın” buyurur. O zaman sen kendini yaratmış olmaz mısın?

Kendi yaratanını aşkla, samimiyetle, muhabbetle arayanı Allah cehenneminde yakar mı? O değerlendirme Hakka aittir, kişiye ait değildir.

Kişi bir Mürşid’e bağlıysa herhangi bir hatada Mürşid müdahale eder. Onun için Mürşid bir şey söylediği zaman itiraz etmemek lazımdır. Ters gelebilir, ancak bu bir imtihandır.

Hüve hakikatinden haberdar olup da terakki edemeyenin nasibi yok demektir. Nasibi varsa bir Mürşid eli uzanır da bir güzel noktaya getirir. Arzu Hüve’ye aittir.

Biz madde aramıyoruz, biz Allah’ın tefekkürünü arıyoruz.  Allah’ımız bizi Musavvir’inde nasıl insan olarak düşündü, işte biz onu arıyoruz.  O zaman terakki eder, bir güzellik kazanırız.

 

 

                                                                                                              ELL HACC HÜSEYİN VEDAD